24 Kasım 2010 Çarşamba

Thomas Hardy'e Giriş

Kendince iyi bir okur olmakla övünen biri olarak, Thomas Hardy'i bu kadar geç keşfettiğime inanamıyorum açıkçası.Tabii ki Hardy'i biliyor,tanıyordum.En azından Tess'in sinema versiyonunu izlemiştim.Ama başyapıtlarından biri sayılan ''Çılgın Kalabalıktan Uzak''ı henüz bitirdim.
Romanlarını tam olarak anlayabilmek için yaşadığı döneme bi göz atmak lazım:Victoria Dönemi İngiltere'si... 19.yüzyılın iç karartıcı sonu ile 20. yüzyılın acı başlangıcı arasında yaşayan bir yazarın neden karamsar bir dile sahip olduğuna pek şaşırmamak gerek sanırım.Yaptığım okumalardan anladığım kadarıyla Çılgın Kalabalıktan Uzak en ''iyimser'', en ''aydınlık'' romanlarından biri...Şehrin ''çılgın kalabalığından'' uzakta, taşrada bir çiflikte geçiyor hikayenin büyük kısmı. Ana konu aynı kadına aşık olan üç farklı erkek.Aşkın hedefi aynı olsa da yaşanan aşkların hepsi birbirinde çok farklı. Bu da aslında her aşkın parmak izi gibi farklı olduğu izlenimini veriyor okura.
Diyaloglar ve karakter tahlilleri yazarın ustalığının açık bir kanıtı.Köy yaşantısı ve köylüler ise tüm gerçekçiliğiyle gözler önüne serilmekte.Victoria dönemi kadınının bastırılmışlığı ise açıkça anlaşılmakta.(Bilmeyenler için küçük bir dip not: O dönemde her türlü seksüel güdüyü, duyguyu, aktiviteyi bastırmak, reddetmek temel eğilimdi, dönemin ideal kadını cinsiyetinden arınmış görünen kadındı) Ve bu şartlar altında, üç farklı erkeğin aşkıyla ''başetmek'' zorunda kalan yalnız bir çiflik sahibi kadın.
Kitapla ilgili tek olumsuz eleştirim çevirisi. Ben Oda yayınlarından çıkan çeviriyi okudum ve ne yazık ki pek başarılı bulduğumu söyleyemeyeceğim. Öğrendiğime göre diğer bir çevirisi de Can yayınlarından çıkmış ve sanırım daha özenli bir çeviriymiş.

23 Kasım 2010 Salı

Kedi!

Bir kediyle aynı evde yaşamak, küçük bir çocukla yaşamak gibi nerdeyse...Hani çocuklarda her gördüğü şeye şaşırma özelliği vardır ya, kedilerde de aynısını görebiliyorsunuz.Herşey onu heyecanlandırabiliyor,bu bazen uçan bir sinek olabiliyor bazen de kendi gölgesi.Hayali düşmanlar yaratıyor kendine ve sonra onlarla ölümüne boğuşuyor.En sonunda yorgun düştüğünde ise bir kenara çekilip saatlerce uyuyor da uyuyor.Uyuyan bir kedi gördüğümde uzanıp yatma,tembellik yapma isteğim depreşiyor birden.Öyle güzel uyuyorlar ki özeniyorsunuz,canınız çekiyor adeta.
Birde asla kendi isteğinden ödün vermiyor,istediğiniz bir şeyi eğer kendide istiyorsa yapıyor,mesela onun canı oyun istiyorsa sizin istememek gibi bir şansınız olamıyor, ve fakat siz oynamak istiyorsanız ve onun keyfi yoksa,maalesef,hiç şansınız yok!
Sonuçta ``bana bakiyor olman ustumde hakimiyet kurma hakkini sana vermez`` der gibi dolaşıyor ortalıkta vakur bir şekilde ve insanoğlu da bu tavrı ''nankörlük'' olarak adlandırıyor!

19 Kasım 2010 Cuma

Harry Potter sona doğru...

Harry Potter-Ölüm yadigarlarına gittik bugün.Efsanenin sonlarına yaklaşıyoruz. Hayatımın on yıldan uzun bir süresini kapsadı kitap ve filmleriyle.Kitaplarını ilk çıktığı günler alır yutar gibi okurduk. Hatta son iki kitapta çevrilmesini bekleyemeyip İngilizce'sini okuduğumuzu hatırlıyorum,öyle bir sabırsızlık...Okadar hızlı okurduk ki bir dahaki kitap çıktığında önceki kitabın çoğunu unuttuğumuzu farkederdik.
Sonra filmleri başladı.Kitabı beklediğimiz gibi sabırsızlıkla bekler olduk filmleri de.Bazen hayal kırıklığına uğradık önemli detaylar atlanmış diye, bazen vasat bulduk ama asla takip etmekten vazgeçmedik,çocuk oyuncuların büyüyüşüne tanıklık ettik.Ölen kahramanlara üzüldük.Ve artık serinin sondan bir önceki filmindeyiz.İlk başlarda son kitabı iki parçada yayınlayacaklarını duyunca kızmıştım.Ama filmi izledikten sonra diyebilirim ki keşke öncekileri de bölselerdi de kitaptaki her detayı perdede görmenin tadına varsaydık.İlk defa filmden de kitaptan aldığım tadı aldım. Şimdi artık yazın yayınlanacak son filmde gözüm,ve ondan sonra Harry Potter fanlarının hayatında bir dönem kapanacak.

16 Kasım 2010 Salı

Cittaslow Seferihisar...

                                                                          
Cittaslow İtlayanca ''şehir'' anlamına gelen Citta kelimesiyle İngilizce ''yavaş'' anlamına gelen slow kelimelerinin birleşmesinden oluşan karma bir kelime ve ''Yavaş Şehir'' anlamına geliyor.1999 yılında İtalya'da başlayan bu oluşum, büyük şehirlerin karmaşa,koşturma ve düşük yaşam kalitesine karşın, küçük şehirlerde daha yaşanası ve ''yavaş'' akan şehirler oluşturma prensibinden yola çıkıyor.
Bir kentin Cittaslow ağına dahil olabilmesi için 50 kadar kriteri yerine getirmesi gerekiyor. En başta fazla gibi duran bu kriterler, aslında bir kentin ve orada yaşayan halkın yaşam kalitesini bir hayli yükselten ve aslında basit olan istekler. Bozulmamış doğa... trafiğe kapalı gürültüsüz alanlar...halka tahsis edilmiş yeşil alanlar... sosyal yapıya dahil edilen zanaatkârlar... korunmuş yerel tatlar... sahip çıkılan arkeolojik alanlar... çevreye ve yaşadıkları kente duyarlı insanlar... Konutlarla iş yerlerini birbirine bağlayan bisiklet yolları...Temiz enerji üretimi...Yani baktığınızda aslında çoğumuzun yaşadığı şehirde görmeyi arzuladığı şeyler bunlar.Otomobil kullanımı pek hoş karşılanmıyor, fast food zincirleri bu şehre giremiyor ve küçük esnaf ve zanaatkar destekleniyor.
Türkiye'de ise bunun ilk ve tek temsilcisi,şimdilik Seferihisar.“Yavaşlık, her şeyi salyangoz hızında yapmak ya da uyuşuk olmak değildir. Doğru hızda çalışmak, yaşamak, oynamak ve her şeyin en iyisini yapmakla ilgilidir” deniyor Seferihisar Cittaslow resmi web sitesinde.




Turizme inat bozulmamış tarihi dokusu,temiz çehresi,mandalina bahçeleri ve sosyal dayanışma kurumlarıyla bunu hakeden bir kent profili çiziyor Seferihisar.


Heryerde bir sakinlik, bir rahatlık ve yavaşlık durumu, çiftçi kendi ürününü ''Köylü Pazar'' na getirip tüketiciye ulaştırıyor. ''Kadın Danışma Merkezi''kadınlara destek oluyor ve ''Dost Mağazalar'' sosyal yardımlaşma ağına katkıda bulunuyor.
 
Şehrin her yerinde Cittaslow'un resmi ve sevimli amblemini (sırtında şehir taşıyan bir salyangoz) görmek
mümkün.





15 Kasım 2010 Pazartesi

İzmir Doğal Yaşam Parkı

İzmir doğal yaşam parkı geniş yeşil alanları, hayvanlar için düzenlenmiş ayrı, rahat ve gerçeğine yakın ortamları ve tertemiz ve bakımlı görünümüyle en azından Türkiye'de görmeye alışık olmadığımız bir hayvanat bahçesi profili çiziyor.
Çevreyolundan Sasalı oklarını takip ederek gidebileceğiniz parkın giriş ücreti de gayet makul:öğrenci 50 Kr, tam 2TL.



Kedigillerin her bir türü için ayrı bir alan oluşturulmuş örneğin:Aslan, Kaplan ve puma ayrı yaşam alanlarında çiftler halinde uyuklamaktaydılar biz gezerken.
Benim en çok hoşuma giden alansa geniş bir sera haline getirilerek oluşturulan Tropik Merkez. Çeşit çeşit tropik bitkilerden sürüngenlere ve çeşitli tropik kuşlara kadar pek çok tropik canlı çeşidini görmek mümkün,
üstelik iklimde benzetilmiş:bunaltıcı bir sıcak ve nem sizi karşılıyor.

Bir diğer ilginç alan da Afrika Savanı. Bir savanda görebileceğiniz iri otoburlar (zebra, zürafa, devekuşu, su aygırı) syir teraslarına çıkıp izleyebiliyorsunuz.


Filler ise iriliklerine rağmen sevimli hareketleriyle izlemeye doyulmaz görüntüler veriyor izleyenlere.

Doğal yaşam parkının çevre düzenlemesi ve temizliği ise ayrıca tebrik ve teşekkürü hakediyor kesinlikle.Girişte parkın haritasını almayı ihmal etmeyin, çünkü alan çok geniş ve bazı kısımları gözden kaçırabiliyor insan. Yorulduğunuzda ise biri girişte (kuğuların yüzdüğü göle bakan Kuğulu Kafe)diğeri ise parkın iç kısmında develerin olduğu bölmeyi gören (Develi Kafe) iki kafeden birine oturabilir, gayet makul fiyata birşeyler içik yiyebilirsiniz. Hatta parkı daha önce gezmiş olsanız bile sadece temiz hava alıp vakit geçirmek için bile tekrar gidilebilir bir yer...

12 Kasım 2010 Cuma

Salih Memecan'a Leman'dan sert yanıt!

Karikatürist Salih Memecan'ın Kemal Kılıçtaroğlu'nı dansöz şeklinden çizmesinden sonra Leman dergisi olayı kapağına taşımış bu hafta. Salih Memecan'ınTayyip Erdoğan ve Abdullah Gül'ün masasında kıvıran bir dansöz gibi resmedildiği karikatürde Abdullah Gül alkış tutarken Tayyip Erdoğan para yapıştırmakta. Yukarıda yazan cümle ise karikatürün kendinden bile daha ağır:
Dansöz öyle oynatılmaz, böyle oynatılır!

2 Kasım 2010 Salı

Yağmurlu Bir Ege Gezintisi

Geçen hafta Almanya'dan misafirlerimiz vardı okulda. Kardeş okulumuz bizi ziyarete geldi.Ben de onları gezdirme bahanesiyle yeniden ve severek gezdim İzmir ve çevresini.
Perşembe sabahı erkenden yola çıktık.Yağmur yağıyordu, ama ne yağmur!Göz açtıracak gibi değildi.İlk hedefimiz Efes olmasına rağmen, yağmur dinene kadar oyalanmak için-sabahın seherinde- Şirince'de bulduk kendimizi.


Şirince, Selçuk'un içinden geçilerek ulaşılan, adı gibi şirin bir Rum köyü.Daha doğrusu Rum'lardan kalma bir köy.Çünkü mübadeleden sonra köyde hiç Rum kalmamış ne yazık ki.
Şirince'nin en büyük özelliği çeşit çeşit meyvelerden yapılma şarapları...Şarap evlerini gezip şarap tadabilir, yada beğendiğiniz bir şarabı açtırıp şömine başında içebilirsiniz. Bir diğer özelliği ise-genellikle- köylü kadınların pişirdiği enfes yemekleri.
Ve fakat, biz bu iki aktivitenin de yapılabilmesi için çok erken bir saatte oradaydık ve tabii sadece birer kahve içmekle yetindik.Bizi sokak köpeklerinden başka pek karşılayan da olmadı.


Köy manzaralı bir yer bulundu, ve de sohbete eşlik edecek güzel birer Türk kahvesi (bloğu birazcık takip edenler anlamıştır zaten en büyük zaafımı!) Daha uygun bir zamanda, ateşin karşısında şarap içmek için geri dönmeye söz verilerek ayrıldık köyde. Sonra, ver elini Meryem Ana.



 Rivayete göre Meryem Ana'nın öldüğü, ya da katolik inancına göre ''göğe yükseldiği yer'' miş burası.Gerçi bu konularda geniş bilgisi olan Hıristiyan bir arkadaşım bunun masal olduğunu ve bu yerin ancak 20. yüzyılın başlarından itibaren böyle bir misyon kazandığını söyledi bana gezerken.Ama yine de huzur verici bir havası olduğu inkar edilemez.


 Artık yağmur dindiğine göre, ver elini Efes! Bence Anadolu'daki en görkemli antik şehir...


 Ünlü Celcius Kütüphanesi. Girişte 4 kadın heykeli var (Ne yazık ki orjinalleri Viyana'daki Efes Müzesinde) Bu dört kadın Bilgi, Akıl, Kader ve Erdem'i sembolize ediyor...



Zafer tanrıçası Nike... 

Kütüphaneye doğru inen mermerli yol...

25 bin kişilik Efes Antik Tiyatrosu.
Efes, kurulduğu zamanlarda bir liman kentiymiş, fakat Gediz Nehri'nin getirdiği alüvyonlarla denizin dolması üzerine, şu anda denizden 10 km kadar uzakta yer alıyor...


Ve geziyi Kuşadası manzaralı bir tepede içilen bir çayla noktalıyoruz...